30 Eylül 2018 Pazar

Aslında olduğumuz...


Hayal edin. Doğmadan önce, evrenin yaratıcı gücüne bağlı,  küçük bir ışık kıvılcımıydın yalnızca. Yeryüzüne baktın. Harikulade yaşam formlarıyla dolu ne güzel bir gezegen. 

Dünya üzerindeki yaşam olasılıkları üzerine düşünmeye başladın. 

Okuyucu, yaşamın değerini ve tüm yaşamın sevgi, ışık, sevinç, uyum, huzur, eşitlik ve bolluk deneyimlemek için yaratıldığını hatırlıyor musun? Eğer bunu içinin derinliklerinde hissedebiliyorsan, doğru olduğunu biliyorsun.Eğer hissedemiyorsan üzülme, ben hatırlamana yardımcı olacağım. Biz, ruhsal ışığımızı ve enerjilerimizi, hatırlamak ve yaşayan tüm varlıklar için harikulade bir yaşam yaratmak için biraraya getiren bir topluluğuz. Vizyonumuzu hatırlamalı, ona odaklanmalı ve bu vizyonu hep birlikte birarada tutmalıyız. Değişen zamanlarda ancak bu şekilde başarılı olabiliriz.” 

Değişen Zamanlarda Nasıl Başarılı Olmalı”dan alıntıdır. Sandra Ingerman (Weiser 2010).

Medicine for the Earth (Yeryüzü için Şifa) için çeşitli ruhsal öğretileri araştırdığım sırada, ezoterik biilgilerin altında yatan prensibin yaşamın ışıktan yaratılmış olması olduğunu öğrendim. Egoya sahip varlıklar olarak, sıklıkla gerçek doğamızı unutuyoruz ve kendimizi bedenlerimiz ve kişiliklerimizle fazlaca tanımlıyoruz. Bizler bedenlerin içindeki ışığız. 

Simyacılar gerçekte kurşunu altına dönüştürmemişlerdir. Aksine, kurşun gibi ağır olan bilinci altın renginde ışıyan bilince dönüştürmüşlerdir. Dünyanın dört bir yanındaki gizemcilerin şifa verdikleri esnada parladıkları ve ışık saçtıkları görülmüştür.

Işığız ve buraya parlamak üzere geldik. Ama çoğumuz hem gerçek doğamızı hem de neden buraya geldiğimizi unutmuş durumdayız. Sevgi ve ışıktan yaratıldık ve sevgi ve ışığız. Dünya üzerinde parlayabildiğimiz kadar parlamak hepimizin doğuştan gelen hakkı.

Çoğumuza küçük yaşlardan itibaren çok fazla parlamamamız öğretildi. Eğer çok fazla parlarsak kimsenin bizi sevmeyeceği. Yalnızca birkaç tane “yıldız” olabileceği ve senin bunlardan biri olmadığın. Bu sana tanıdık geliyor mu?

Neden dünya üzerinde yalnızca birkaç tane yıldız olsun ki? Şimdiye kadar hiçkimsenin yıldızlara bakıp da “keşke şu yıldız bu kadar çok parlamasa, ışığıyla diğerler yıldızların ışığını bastırıyor” dediğini duymadım. Burada bu inanç neden var?

Hepimizin, üzerimizdeki gece göğünün güzelliğini yansıtacak şekilde,  kendi ışığıyla parlamasının zamanıdır. Dünyadaki karanlık yerleri aydınlatabilmek için hepimizin ışığıyla parlaması gerek.

Aylık bazda insanlardan oluşan bir ışık ağı yaratacağız. Bu yalnızca şu anda ihtiyacı olan yerlere ışığı götürmekle kalmayıp aynı zamanda da bizi şifalandıracak ve gerçek doğamızın ışık olduğunu hatırlamamıza yardımcı olacak. Işık olduğumuzu hatırlayan binlerce kişiyle bağlantı kurmak da son derece şifalandırıcı olacak. Bu kavramı diğerleriyle de paylaştıkça, biliyorum ki, ışık ağımız genişleyerek dünyaya ve üzerindeki tüm yaşama etki edecek.

Yeryüzü için Şifa kitabımda niyet + uyum+ sevgi + konsantrasyon + odaklanma + birlik+ imajinasyon = dönüşüm olduğunu öğretiyorum. Bu formül bize ışık olduğumuzu hatırlamak ve onunla parlamasına izin vermek için yardımcı olacak.

Işık olan gerçek doğanızla bağlantı kurmaya başlamak için rahatlatıcı, sakinleştirici bir müzik seçin ve sessiz bir yere geçin. Sizi merkezlenmiş bir konuma götürerek uyum ve sevgiyi deneyimleminize izin verecek birkaç derin nefes alın. Varlığınızda parlayan ışığı deneyimlemek niyetinizle birlikte içeri girmek kendinize izin verin.  Bu sizi yaratıcınız veya evrenin gücüyle birlik haline getirecektir.  Odağınızı sabitleyin ve niyetinize konsantre olun. İmajinasyonunuzun içsel ışığınızı görmek ve hissetmeniz için yardımcı olmasına izin verin. Işığınızın tümüyle parlamasına izin verin. Bu ışık her zaman oradadır ve kullanmakla bitmez. Işığınızın paylaşılma ve sizin tarafınızdan yenilenme kapasitesi sınırsız. Işığınız yokedilemez ve sizden alınamaz. Tükenmek konusunda endişe etmenize gerek yok çünkü bu ışığın kaynağı her zaman sonsuz bereketli.

Deneyimizi tüm bedeniniz için bir deneyim haline getirin. Bunu yapmaya ışığınızın varlığınızın merkezinden parlamasına izin vererek başlayın. Bu  ışığın bedeninizdeki her hücreye yayılmasına izin verin. Kendinizi ışığınızla tamamen dolu hissettiğinizde yaşam ağıyla bağlantı kurarak titreştiğinizi deneyimleyin.  Işığınızın bu şekilde titreşen bedeninizden yayılmasına izin verin. Işığın bedeninizin her bölümünden yayıldığını deneyimleyin.

Işığınızı deneyimleyip, parlaklığının sizden yayılmasına izin verdikten sonra nefesinizi ve niyetinizi kullanarak bulunduğunuz durumdan çıkın. Geri dönün, gözlerinizi açın, bedeninizi hissedin, parmaklarınızı oynatın ve dünyaya şifalandırıcı enerjiyi parlayarak getirecek olan  diğerleriyle bağlantı kurmaya hazır olduğunuzu bilin.

Uygulamaya ışığınızın parlamasına izin vererek başlayın. Sonraki uygulamanız gün içinde ışık solumak olsun.

Işığınızla bağlantı kurup, yaşamınızda parlamasına izin verdikçe titreşiminiz değişecek. Işıklarımızı biraraya getirip dünyada paylaştıkça gezegenin titreşimini de değiştiriyoruz. Niyetinize odaklı kalmanız büyük önem taşıyor.

Bunu yaparken, dua veya sözcük kullanmamanızı öneriyorum. Yalnızca ışığınızla parlayın ve gezegendeki karanlık yerlere ulaşıp dokunacak olan gezegensel ışık ağına katılmak için kendinize izin verin.

Her dolunayda ışığınızı parlatma ve gün ve gece boyunca global bir insan ışık ağına bağlandığınızı imgeleme çalışmanıza devam edin. Ve bunu her dolunayda yapmaya devam edelim. Hem kendi yaşamlarınızdaki hem de gezegendeki titreşim değişimi ve şifalanmayı imgeleyelim.

Bir arkadaşım bana çocukların her zaman parladığını anımsattı. Çocuklarınızı da bu uygulamaya katın.

Hatırlayın tüm yaşam ışıktandır. Siz ışıksınız, hepimiz ışığız, devasa bir ışık ağında biraraya geliyoruz.

Yukarıdaki aşağıdaki gibidir, dışarıdaki içerideki gibidir prensibinden hareketle, spiritüel topluluğun “içerideki gibidir” bölümünü geliştirmesi önemli. Zira spiritüel topluluğun çoğu üyesinin ruhsal çalışmalar esnasında bedenini bırakma eğilimi var. Çalışmamızın gücü bedenimizin içinde kalarak, içten parlayan bir yıldız olarak parlamamızdan geliyor.


Görünen o ki bilinç hızla değişiyor. Uyum içinde yaşamayı öğrendikçe bu durumun elbette birçok ödülü var. Her değişim yaşamlarımızda bir ölüm gerektirir. Bunun nedeni yeni bilinç ve farkındalık düzeylerine geçerken bizi desteklemeyen şeyleri bırakmamızın gerekmesi.

Şimdiye dek hiç bu kadar fazla sayıda insanın zor zamanlar geçirdiğini görmemiştim.

Değişim Haberleri’nde de sık sık yazdığım gibi değişik farkındalık ve bilinç düzeylerindeki paradokslarla dansetmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Zira , eşzamanlı olarak işleyen birçok düzey var.

Bir düzeyde hepimiz bağlantılıyız ve hepimiz ruhuz. Spiritüel durumda hepimiz kutsalız ve her zaman mükemmeliz. Aynı zamanda, insan olmanın koşulunun bir parçası da ego sahibi olmak. Ve ego kendisini diğer tüm yaşamdan ayrı olarak görmekte. Bu ayrılık hali ise korku, öfke ve diğer çeşitli duyguları yaratıyor. Fiziksel hastalıkları yaratan da bu ayrılık hali.

Yazar ve eğitmen Eric Pearl “kuantum fiziğinde bir parçaçığın davranışını değiştirirseniz, diğer bir mekanda bulunan başka bir parçaçık, ister santimetler isterse evrenler uzaklığında olsun, derhal tepki verir” diye öğretir. Daha düşük frekanslar daha yüksek frekanslara katılır veya uyumlanır, tersi değil.

Kaynak:
sandraingerman.com

28 Eylül 2018 Cuma

Bilinçaltının Özellikleri




▫️Hem çok başarılı hem de çok beceriksizdir. 

Bazen çok büyük problemleri ustalıkla çözerken, bazen de korumak adına hatalar yapılmasına sebep olabilir.


▫️Genellemeler yapar. 

Örneğin; küçük bir hasar gördüğünde karşı cinsin hepsini kötüleyebilir.


▫️Değişim ve yeniliklerden hiç hoşlanmaz. 

Kötüde olsa alışık olduğu sistemi korumaya çalışır. Çünkü o program şimdiye kadar onu korumaya yetmiştir.


▫️Yanılmak istemez, her zaman haklı çıkmalıdır.


▫️Bilinçaltı bazı zamanlarda bilinci suçlayabilir. Uyarabilir veya cezalandırabilir. Tüm bu faaliyetlerin amacı benliği korumaktır. Korurken farkında olmadan verdiği hasarlara da psikolojik sorunlar diyoruz.


▫️Eğer doğru olmayan, yanlış bir yolu kabul etmişse,  bu yolu bilince de kabul ettirmeye çalışır. Bunun için kişiyi anormal duygu, düşünce ve davranışlara yönlendirebilir.


▫️Bilinçaltı düşüncelerinin açığa çıkmasından pek hoşlanmaz.


▫️Bilinçaltı dili semboliktir. 

Bu sembolleri de en çok rüyalarımızda görürüz ve bunlarla aslında bizlere çeşitli mesajlar iletmeye çalışır. 

Örneğin; genelde ilk çocuklarda ve kardeş gedikten sonra gördükleri genel bir rüya, uçurumdan düşme rüyasıdır. Bu elde ettiklerini kaybetmeyi sembolize eder. Bu kaybetme korkusunun bir göstergesidir.


▫️Çok inatçıdır istediği olana kadar çabalar.


▫️Tam kapasite 7 / 24 çalışır. Asla uyumaz ve anne rahmine düştükten sonra kayıta başlar. Tüm yaşadıklarınız saniye saniye, tüm detayları ile orada saklıdır.


▫️Zaman kavramı sadece bilince ait bir şeydir. Bilinçaltında zaman kavramı şimdikinden farklıdır. O yüzden ortalama 1 saat hipnoz altında kalanlar bunu 20 dk. gibi algılar.


▫️Düşünme hızı bilinçle mukayese edilmez. 

Çok hızlıdır. Bilinç düşünürken ego ve süper egonun filtrelerine takılırken bilinçaltında böyle bir filtre yoktur ve saliseler içinde birçok şeyi yapabilir.


▫️Tüm psikolojik rahatsızlıklar bilinçaltı kökenlidir. O yüzden sorunlarımızda aslında ne olduğunu bilsek de bilinç düzeyinde olduğundan, nasıl çözeceğimiz hakkında bir fikrimiz yoktur. Yada bulduğumuz çözüm bilinç düzeyinde kaldığından sonuç vermez, kısa bir süre sonra eski halimize geri döneriz.


▫️Abartmaya bayılır. Küçücük bir pire için tüm yorganı yaktırır size...


▫️Kişilik değeri yani öz saygısı tehdit edilirse onu yüceltmek yerine, karşısındakini küçük gösterme çabalarına yönelir.


▫️Hassas ayrımları yapmak onun işi değildir.  Örneğin; sevdiği birisinin ondan ayrılması veya ölmesine aynı tepkileri verebilir. Çünkü ikisinin de sonucunda sevdiği tarafından terk edilmiştir.


▫️Bilinçaltının kökenleri çocuklukta atılmıştır. Aslında anne babanın aynası gibidir.  Kendisine nasıl davranılmışsa onu almış ve içselleştirmiştir. Özellikle annedeki psikolojik rahatsızlığın etkilerini mutlaka görürsünüz. Hele ki uçlarda yaşamışsa ya iyidir dünya ya da kötü...


▫️Bilinçaltı ile bilinç ters çalışırlar. Birisi içe dönükken diğeri dışa dönmüştür. Örneğin hipnoz halindeyken bilinciniz içinize dönmüş ve dışarı ile bağlantısı azalmıştır. Bu arada bilinçaltı da dışarı açılmıştır. Dışarıdan gelecek telkinlere açık hale gelmiştir.


▫️İnsan ne isterse bilinçaltı ona ulaşır. 

Yeter ki bu isteği bilinç düzeyinden bilinçaltına indirebilmiş olalım. Yani içselleştirelim.


▫️Vücudun tüm kontrolü bilinçaltından yapılır. Tüm organların çalışması ve bağışıklık sisteminizin gücü buradan koordine edilir. 

Bu yüzden isterse mükemmel bir doktor olarak sizi iyileştirirken, bir çok hastalığın başlamasına da sebep olabilir. 

Ona ne yüklediğiniz önemlidir. Birçok kişi farkında olmadan kendine yönelik suçlamaları veya öfkeleri ile süreci tersine işletirler. 

Bugün birçok hastalığın altında doktorunuza neden diye sorduğunuzda "insan vücudu yapar demesi yada stresten oluyor !" denmesindeki sebep aslında bilinçaltının olumsuz yüklenmesidir.


▫️Bilinçaltının içeriği geçmişte yaşadığımız olaylarla şimdi arasında kurulan bağlarla oluşturulur.

Ürettiği çözümler kendi içinde mantıklıdır.


Bilinçaltımıza Nasıl Ulaşırız?


▫️Kızdığımızda yada sevdiğimiz bir şey elimizden alındığındaki tepkilerimiz bilinçaltı tepkileridir. Bunlar bize ipucu verir.


▫️Bazen dalıp gideriz. İçimizde bir yerlerle konuşmaya başlarız. o size bir şeyler söyler, işte o bilinçaltının sesidir. 

Lütfen söylediklerini not edin...


▫️Monoton işlerimizi yaparken bilinçaltımızı kullanırız. 

Örneğin; araba kullanırken, kitap okurken... 

Bu arada aklınıza gelen düşünceler bilinçaltından gelenlerdir.


Hayatımızı bu kadar etkileyen ve bizi biz yapan bilinçaltımıza kesinlikle çok uzak kalmamalıyız. 

Onu ne kadar çok tanıma fırsatı bulur keşfedersek ödülümüz o kadar bilinçli yaşamak olacaktır...


Alıntı.

27 Eylül 2018 Perşembe

Çekim Yasasının Püf Noktaları...



1.) Öncelikle küçük isteklerle başla. 
Böylece zihnini isteklerinin gerçekleşeceğine ikna edersin. 
Hiç bir şey başarının kendisinden daha başarılı bir etki bırakmaz zihninin üzerinde. 
Başarı ise hayatına yeni başarıları çeker. 

Böylece başlangıç adımın kolay netice verir ve daha da büyük isteklerinin gerçekleşeceğine inanır.

2.) İsteklerini doğru formüller halinde evrene sunmalısın.
Şimdiki zamanda istemek tek doğru kuraldır. 
“Ben sağlıklıyım”, 
“Ben zenginim”, 
" Benim mükemmel bir ilişkim var”, 
" Ben sevdiğim bir ortamda, sevdiğim işi yapıyorum” gibi cümleler olmalı. “…olacak”, “…sevecek” gibi cak/cek ‘le biten cümlelerden uzak dur. 

Aksi takdirde sadece isteme durumunu istemiş olursun ki, bu da sana sürekli isteme halinden başka bir şey getirmez.
Olmuş gibi davranmalısın.
İstediğin her neyse, ona sahipmiş gibi yaşamalısın. 
İsteğinin gerçekleşeceğine dair olumlu bir ruh hali içinde olman önemli. 
Böyle davranırsan motivasyonun artar. 
Hayatına doğru olayları da beraberinde çekmiş olursun.
Olumsuz ekler içeren cümlelerden kendini arındır. 
Engel olmaya çalıştığın şeyleri andıkça onları da hayatına çekiverirsin.

Enerjini sahip olmak istemediklerine değil, sahip olmak istediklerine yönlendir. 
Unutma korkular, korktuklarını hayatına çeker.
“ hasta olmak istemiyorum” dediğin an hastalığı çekersin. 

Ağzından dökülen kelimelerin bilincinde ol. 
“Ben sağlıklıyım!” de.
Bir şeyi var etmemeyi değil, bir şeyi var etmeyi becerebiliyorsun. 

Bu yüzden sadece var etmek istediklerine odaklan, var etmek istemediklerine odaklandıkça içini korkuyla doldurursun.

Sakın ola, bir şeyi önlemek adına kurulmuş cümleler kullanma. 
Bunu yapamazsın. 
Tam tersini ise uygulayabiliyorsun. 
Demek ki yalnızca olumlu cümleler kuracaksın. 
Hiçbir cümlen yok etmeye yönelik olmayacak.

“Ben sağlıklıyım!” cümlesi kısa ve öz bir emirdir. 
Böyle bir emirle evrene hastalığına ilgilendiğini değil, sağlığınla ilgilendiğini gösterirsin.

3.) İsteklerini yaz.
Yazdıkça onları beyan etmiş olursun. 
Yazdığın andan itibaren isteğin maddeye dönüşmüştür.
O senin sabit ve kesin isteğin haline gelmiştir. 

Yazınca isteğin sarsılmaz ve kesim bir forma bürünmüştür.
Yazılmış isteğin gerçekleştiğinde onu kolayca takip de edebilirsin. 
Gerçekten istediğini mi elde ettin? 
Yoksa onu tekrar formüle mi etmelisin? 
Bunu sadece yazdıysan görebilirsin. 

Yazarak tüm bunları uygulaman daha kolay olacaktır. 
Bunun için ister bir ajanda, ister bir defter kullanabilirsin.
Formüllerin kısa, öz, net ve kesin olsun. 

İsteklerini ne kadar doğru iletirsen, karşılığını o kadar doğru alırsın. 
Kısa ve öz formüller üretirken, isteğin üzerinde düşünmek zorunda kalırsın ve bu sayede onun özüne inebilirsin. 
İsteğinin özüne inmek onun gerçekleşme süresini hızlandırır.

4.) Muhakkak teşekkür etmelisin. 
Teşekkür ederek iyi olan her şeyi çoğaltırsın, hayatına bolluk bereket gelir. 
Teşekkür ederek hayatını gözden geçirirsin ve hayatındaki güzel gelişmelerin farkına varabilirsin. 

Bu sayede elde ettiklerine ve sahip olduklarına hak ettikleri dikkati ve değeri vermiş olursun.

Dikkatini neye verirsen, enerjin peşinden gider. 
Hayatındaki tüm iyiliklere ve güzelliklere teşekkür ettikçe dikkatin enerjin o yöne akar.
Şükredeceğin, teşekkür edeceğin şeyler artar.
Teşekkür ettikçe isteğini şimdiki zamanda tutarsın. 

Nasıl ki duanın sonundaki “amin” duayı doğrulayan ve kesinleştiren bir şeyse, isteklerinde de teşekkür ve şükretmek aynı etkiyi yaratır. 

Dua etmek ya da bir istekte bulunmak birbirinden çok farklı konular değildir. 

Her iki koşulda da dünya üzerinde beş duyunla tanıdığın “sen”den daha yüce bir mertebeye sesleniyorsun.
Ayrıca unutma teşekkür etmek endişeleri ve korkuları ortadan kaldırır.
Kendine güvenin artar. 

Unutma arkadaşlarından bir istekte bulunduğunda bile, daha isterken yapacağından emin bir şekilde teşekkür ediyorsun. 
Teşekkür ederek siparişini teyit etmiş olursun. 
İsteğini mühürlersin, imzalarsın.

5.) Endişe etmeyi bırak ve yüreğini güven duygusu ile doldur. 
Endişe her zaman kesin bir istektir. 
Bir istekte bulunduktan sonra endişe duyarsan, evren o isteğini istemediğini düşünecek. 

Yani birinci siparişin isteğin iken, ikinci siparişin isteğini iptal etmen olacaktır. 

Her zaman başarılısın, sadece hangi isteklerinin daha baskın olduğunun farkına var. 
İstediğin her hangi bir şey mi, yoksa endişen mi daha baskın bir istek?
Başarıya inanmazsan başarılı olamazsın. 
Başarısızlığa değil, başarıya odaklan. 
Başarısızlığa odaklandığında da başarılı olacaksın tabii ki. 
Fakat bu durumda ödülün başarısızlık olacak!

6.) Sessiz olmayı öğren. 
Bir istekte bulunduysan bunu kendine sakla, onun enerjisini kimsenin ağzına sakız etme. 
Sırrını saklayabilirsen onu başkalarının olumsuzluklarından, şüphelerinden, hatta kıskançlıklarında uzak tutmuş olursun.
Bırak başkaları gerçekleşene kadar isteğinden haberdar olmasın.

7.) İsteğini unut!
Böyle yaparsan siparişini iptal edebilecek endişelerinden de kurtulmuş olursun.

8.) Tesadüflere gözün açık olsun. 
Evrenin isteklerini hangi yollarla gerçekleştireceğini bilemezsin.
Hatta çoğunlukla senin aklına bile gelmeyen bir yolu kullanacaktır.
Gözünü, kulağını dört aç ve uyanık ol. 
Böyle yaparsan seni isteğine götürecek tüm bilgilere kavuşursun. 
Sezgilerinin seni yönlendirdiği tarafa doğru git. 
Sana mantıklı gelmese bile, evren sana senin tanımadığın bir yol ile ulaşmaya çalışıyor olabilir.

9.) Gerçekten ne istediğini, yani büyük isteğinin ne olduğunu bulmak için çaba sarf et. 
Sana, senin doğana hiç uymayan bir istekte bulunmanın hiçbir mantığı yoktur. 
Sadece başkaları sahip diye istekte bulunma! 
İsteğin sana uygun olsun. 
Senin GERÇEKTEN istediğin bir şey olsun. 
Seni daha mutlu, daha sevgi dolu kılacak bir şey olsun.

Her gerçekleşmiş istek senin hayatını değiştirecektir. 
Bu yüzden isteklerinde dikkatli ol! 
Onlar seni gerçekten gitmek istediğin yolda ilerleten ve yardımcı olan istekler olsun.

10.) Birlikten kuvvet doğar. 
Kendine bir arkadaş grubu edin. 
Bu grupla birlikte her hafta bir gün ve saat tayin et. 
Bir arada olmasanız bile, isteklerinizi aynı anda evrene yollayın. 
Bir birinizin isteklerini merak etmeyin. 
Sadece birlikte istemenin gücünü hissedin. 
İşe yaradığını göreceksin.

Alıntı.

25 Eylül 2018 Salı

Bugün dolunay var...

 Özellikle bu zamanlarda uyguladığım bir kaç şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

▫️Bol su tüketin. En az 1,5- 2 litre. Bunu sadece dolunay zamanında  yapmanızı değil alışkanlık haline getirmenizi tavsiye ederim:)
Hem enerjinizi yenileyip yükseltir hem de vücuttaki toxinleri atmaya yardımcı olur.

▫️Olumlamalarınıza ağırlık vermenizi, dileklerinizi gün içerisinde 5- 15 dakika boyunca imgelemenizi öneririm.

▫️Enerjisi yüksek müzikleri (528 hz), sözleri güzel, olumlu şarkıları dinleyerek enerjinizi daha da yükseltebilirsiniz.
Hatta en etkilisi bana göre (gülmeyin:) ) olumlamalarınızı şarkı haline getirmeniz ve dilediğiniz gibi herhangi bir müziğe uydurarak söylemeniz. Oldukça eğlenceli aynı zamanda. Yalnızken yapmanızı tavsiye ederim:) Bence çok etkili. 
Bilimsel olarak; ritimle, müzikle söylenen her söz kalbe daha çabuk geçtiği kanıtlanmıştır... 
Yani böylelikle zihnimizle kalbimizin aynı rezonansa geçmesini sağlamış oluyoruz. Dikkat ederseniz bu her dinde sıkça uygulanmakta...

▫️Dileklerinizi kağıda dökmek için tam zamanı...
Bundan bir yıl önce pembe bir kağıda, kırmızı bir kalemle dileklerimi yazıp saklamıştım. 
Dün aklıma geldi ve tekrar açıp okudum. Gerçekten de hepsi gerçekleşmişti... 
İlginç olanıysa, yaklaşık iki yıl öncesinde yine pembe bir kağıda ama mavi bir kalemle yazdığım dileklerin sadece bir kısmı hayatıma dahil olduğuydu.
Kırmızı rengin enerjisine kesinlikle inanırım... 

Ve son olarak (bence en önemlisi) dileklerinizin masum, iyi niyetli ve herkesin iyiliği için olduğundan emin olun... 
Çünkü artık biliyoruz ki dilediğimiz ve düşündüğümüz her şey bize bir gün bir şekilde geri döner...

Tülay Koçak

24 Eylül 2018 Pazartesi

DÜŞÜNCE GÜCÜYLE TEDAVİ




▫️DÜŞÜNCELERİMİZİN BAZI TEMEL NOKTALARI
Her birimiz tüm yaşam deneyimlerimizden yüzde yüz sorumluyuz. Aklımızda oluşan her düşünce geleceğimizi yaratmaktadır ve güç merkezi, daima yaşadığımız anın içindedir. Herkes kendinden nefret ve suçluluk duygusu yüzünden acı çeker. Herkes için en büyük mutsuzluk, “yeterince iyi değilim” diye düşünmektir. Bu sadece bir düşüncedir ve düşünce değiştirilebilir. Dargınlık, güceniklik, olumsuz eleştiri ve suçluluk en zarar verici düşünce kalıplarıdır. Kırılma, gücenme, darılma duygularımızın üstesinden gelebilmek, kanseri bile yok edici bir düşünce gücüdür.
Kendimizi gerçekten sevdiğimiz zaman, hayatımız her yönüyle düzene girer. Geçmişimizden kurtulmalı ve herkesi bağışlamalıyız. Kendimizi sevmeyi öğrenmeye istekli olmalıyız. Olumlu değişimlerin anahtarı, şimdi ve burada kendimizi onaylamak ve kabul etmektir.
Bedenimizde “hastalık” denen şeyin yaratıcısı biziz.
“Bilgeliğin ve bilginin kapıları daima açıktır”

▫️YAŞAM GERÇEKTEN ÇOK BASİT. NE EKERSEK, ONU BİÇİYORUZ
Kendi hakkımızda düşündüklerimiz, kendi gerçeklerimiz oluyor. İçinde bulunduğumuz olayları yaratıyor, sonra da bunlardan duyduğumuz sıkıntı, üzüntü, ve düşkırıklığı için bir başkasını suçluyoruz; böyle yapmakla gücümüzü de başkasına kaptırmış oluyoruz. Hiçbir kişi, hiçbir şey, hiçbir koşul bizim üzerimizde bir güce sahip değil, çünkü aklımızla düşünce oluşturan yanlızca “biz”iz. Deneyimlerimizi, gerçekliğimizi ve bunda yer alan tüm kişileri yaratan bizi. Düşüncelerimizde barış, uyum, denge yarattığımızda bunları kendi yaşamımızda da bulacağız. Aşağıdaki cümlelerden hangisi size doğru geliyor?
“İnsanlar hep beni kullanıyor, zarar veriyor”
“İnsanlar hep yardımcı oluyor”
Bu iki düşünce ve inanç yaşamımızda çok farklı deneyimler yaratacaktır. Kendimiz ve hayat hakkındaki inançlarımız, bizim gerçeğimizi oluşturur.

▫️BİLİNÇALTIMIZ, SEÇTİĞİMİZ HER DÜŞÜNCE VE İNANÇTA BİZİ TÜMÜYLE DESTEKLER
Bilinçaltımız inanmayı seçtiğimiz herşeyi kabul eder. Yani kendim ve hayat hakkındaki inançlarım ve düşündüklerim, yaşamımın gerçeği olur. Ve düşünebileceğimiz şeyler konusunda sınırsız seçimimiz var. Bunu bildiğimizde “insanlar hep beni kullanıyor” yerine “insanlar hep bana yardımcı olmaya çalışıyor”u seçmek daha mantıklı değil mi?

▫️EVRENSEL GÜÇ BİZİ ASLA YARGILAMAZ VE ELEŞTİRMEZ
Evrensel güç, bizi kendi değerlerimize göre kabul eder. Ve inançlarımızı ayna gibi yaşamımıza yansıtır. Eğer “hayat yalnızlıktır ve kimsenin beni seveceğine inanmıyorum”u seçiyorsam, hayatımda da bunu bulacağım.
Ama, bu inancı kafamdan atmak ister de, “Sevgi her yerde. Ben seven ve sevilen bir kişiyim” gibi olumlu bir düşünceyi benimser ve bunu kendime sürekli tekrarlarsam, bu da benim yeni gerçeğim olacaktır. Yani hayatıma sevecen insanlar girmeye başlayacak, yaşamımda zaten varolan insanlar bana karşı daha sevecen olmaya başlayacak ve kendimin de sevgimi kolaylıkla başkalarına ifade edebileceğimi göreceğim.

▫️ÇOĞUMUZUN KİM OLDUĞUMUZ KONUSUNDA SAÇMA DÜŞÜNCELERİ VE HAYATIN NASIL YAŞANMASI GEREKTİĞİ KONUSUNDA ÇOK, ÇOK KATI KURALLARI VAR
Bunu kendimizi suçlamak için söylemiyorum. Çünkü şu anda yapabildiğimizin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Eğer daha iyisini bilseydik, daha çok şeylerin farkında ve anlayışında olsaydık, başka türlü davranırdık. Lütfen sakın sakın, şu anda bulunduğunuz nokta konusunda kendinizi küçümsemeyin. Bu yazıyı veya kitabını okuyor olmanız bile hayatınızda olumlu değişimler yapmaya hazır olduğunuzu gösteriyor. Bunun için kendinizi takdir edin.

▫️ÇOK KÜÇÜK YAŞLARDAYKEN, KENDİMİZ VE YAŞAM HAKKINDA NELER HİSSEDECEĞİMİZİ ÇEVREMİZDEKİ YETİŞKİNLERİN TEPKİLERİNDEN ÖĞRENİRİZ
Kendimiz ve yaşamımız hakkında ne düşünmemiz gerektiğini böyle öğreniyoruz. Eğer mutsuz, korku, suçluluk ya da öfke dolu insanların içinde yetişmişseniz, kendiniz ve hayat hakkındaki görüşleriniz de olumsuz düşüncelerle dolu olacaktır.
“Hiçbir şeyi doğru yapamıyorum” “bu, benim hatam” “Eğer bir şeye kızarsam, ben kötü bir insanım” İşte bu tür inançlar, düşkırıklığı dolu bir hayat yaratır.

▫️BÜYÜDÜĞÜMÜZDE, ÇOCUKLUĞUMUZDAKİ YAŞAMIMIZIN DUYGUSAL ORTAMINI YENİDEN YARATMA EĞİLİMİ GÖSTERİRİZ
Bu iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış değil, sadece içimizde “yuva” olarak bildiğimiz şeydir. Bunun yanısıra kişisel ilişkilerimizde, annemiz veya babamızla kurmuş olduğumuz ilişkileri ya da onların kendi aralarındaki ilişkileri yeniden yaratma eğilimi gösteririz. Tıpkı annenize veya babanıza benzeyen sevgililerinizi ya da patronlarınızı düşünün. Anne, babamızın bize gösterdiği davranışları kendimize de gösteriyoruz. Kendimizi aynı şekilde suçluyor ve cezalandırıyoruz. Kendi söylediklerimizi dinlediğimizde, hemen hemen aynı kelimeleri kullandığımızı görebilirsiniz.
Kendimizi sevmeyi ve desteklemeyi de aynı şekilde yapıyoruz, tabii eğer çocukluğumuzda sevilmiş ve desteklenmişsek. “Hiçbir şeyi doğru düzgün yapamıyorsun” “hep senin hatan” Bunları ne kadar sıklıkla kendinize söylüyorsunuz?. “Harikasın” “Seni Seviyorum” ya bunları ne kadar sık söylüyorsunuz?

▫️AMA TÜM BUNLAR İÇİN, ANNE BABALARIMIZI SUÇLAMAYALIM
Hepimiz kurbanların kurbanıyız. Onlar kendilerinin bilmediği şeyi bize nasıl öğretebilirlerdi ki? Anneniz kendini sevmeyi bilmiyorsa, babanız kendini sevmeyi bilmiyorsa, onların size kendinizi sevmeyi öğretmesi de imkansız olacaktır. Onlar da çocukluklarında kendilerine öğretilen şeylere dayanarak, yapabileceklerinin en iyisini yapmaya çalışıyorlardı. Eğer anne ve babanızı anlamak istiyorsanız, onları kendi çocukluklarıyla ilgili konuşturmaya çalışın. Eğer anlayışla dinleyebiliyorsanız, onların korkularının ve katı kurallarının nereden geldiğini anlama olanağını bulacaksınız. Size bütün bu “kötülükleri” yapan anne babanızın da sizin kadar korku dolu olduklarını göreceksiniz.

▫️ANNE BABAMIZI BİZİM SEÇTİĞİMİZE İNANIYORUM
Her birimiz bu gezegende zaman ve mekandaki belirli bir noktada yeniden bedenlenmeye karar veriyoruz. Manevi evrim yolunda gelişmemize yardımcı olacak belirli bir dersi öğrenmek için buraya gelmeyi seçtik. Cinsiyetimizi, rengimizi, ırkımızı, ülkemizi kendimiz seçiyoruz ve bu yaşamda üstünde çalışmak istediğimiz kalıpları bize yansıtabilecek en uygun anne babayı da biz belirliyoruz. Ama büyüdüğümüzde, işaret parmağımızı onlara yönelterek suçluyoruz: “benim böyle olmamın nedeni sizsiniz”. Aslında onları seçen biziz, çünkü aşmamız gereken engeller için onlar mükemmel bir seçimdi.
İnanç sistemimizi çok küçük yaşlarda ediniyoruz ve yaşamımızı bu inanç sistemlerine uygun deneyimleri yaratarak sürdürüyoruz. Hayatınıza şöyle bir dönüp bakın. Ne kadar sık aynı deneyimi yaşadığınıza dikkat edin. Bu deneyimleri tekrar ve tekrar yarattınız, çünkü bunlar size, kendiniz hakkında inandığınız şeylere aynalık ediyordu. Aynı sorunla ne kadar uzun süre yaşadığımız, sorunun ne kadar önemli olduğu ya da yaşamımıza yönelik ne kadar tehlike taşıdığı hiç önemli değil.

▫️GÜÇ NOKTASI DAİMA ŞİMDİ Kİ ANDADIR
Hayatınızın bu anına kadar yaşadığınız tüm deneyimler, geçmişinize dayanan düşünce ve inançlarınızın ürünüdür. Her deneyim, dün, geçen hafta, geçen ay, geçen yıl, 10-20 ya da daha fazla yıllar önce (yaşınıza göre) oluşturduğunuz düşünceler ve kullandığınız sözcüklerle yaratıldı. Ama bunlarda geçmişte kaldı. Yaşandı ve bitti. Şimdi önemli olan, bu andan itibaren neyi düşünmeyi, neye inanmayı ve neyi söylemeyi seçtiğiniz. Çünkü bu düşünceler ve sözcükler, geleceğinizi yaratacak. Güç noktanız, şimdiki anda ve yarınınıza, gelecek haftanıza, gelecek ayınıza, gelecek yılınıza vs. şekil veriyor. Şu anda ne düşündüğünüze dikkat edin. Olumlu mu, olumsuz mu? Bu düşüncenizin yarınınızı biçimlendirmesini istiyor musunuz? Dikkat edin ve farkında olun.

▫️HER ŞEYİN MALZEMESİ DÜŞÜNCEDİR, VE DÜŞÜNCELERİMİZİ DEĞİŞTİREBİLİRİZ
Sorunumuz ne olursa olsun, yaşadıklarımız, iç dünyamızın dışarıya yansıyan sonuçlarıdır. Kendinden nefret etmek bile, kendiniz hakkındaki nefret dolu düşüncelerin ürünü. “Ben kötü bir insanım” diyen bir düşünceniz var. Bu düşünce bir duygu yaratıyor ve siz bu duyguya kendinizi kaptırıyorsunuz. Oysa öyle bir düşünceniz olmasaydı, böyle bir duygunuz da olmayacaktı. Düşünceler ise değiştirilebilir. Düşüncenizi değiştirin, duygularınız da ortadan kaybolacaktır.
Tüm bunları size inançlarımızın nerden geldiğini göstermek için anlattım. Bu bilgileri lütfen, acımızın içine gömülmek için mazaret olarak kullanmayalım. Geçmişin üzerimizde gücü yok. Olumsuz bir düşünce kalıbını ne kadar uzun sürdürmüş olmamızın önemi yok. Güç noktası şimdiki anda. Farkına varmak için ne harikulade bir şey. Şu andan itibaren özgür olmayı seçebilirsiniz!

▫️İSTER İNANIN İSTER İNANMAYIN, DÜŞÜNCELERİMİZİ BİZ SEÇİYORUZ
Aynı düşünceleri bir alışkanlık olarak o kadar tekrar tekrar düşünüyor olabiliriz ki, bu bize düşüncelerimizi kendimiz seçmiyoruz izlenimi verebilir. Ama ilk seçimi biz yaptık. Bazı düşünceleri düşünmeyi reddedebiliriz. Ne kadar sıklıkla kendiniz hakkında olumlu birşey düşünmeyi kabul etmediniz? Pekala, aynı şekilde kendinizle ilgili olumsuz düşünceleri de reddedebilirsiniz. Bu konudaki çalışmalarım esnasında çalıştığım herkes az ya da çok kendinden nefret ve suçluluk duygularıyla boğuşuyor. Bu iki olumsuz duygu ne kadar fazlaysa, hayatımız da o kadar mutsuz oluyor. Bu iki duygu azaldıkça da yaşamımız her boyutuyla daha iyiye doğru gidiyor.

▫️HEMEN HERKESİN ÇEKİRDEK İNANCI: “YETERİNCE İYİ DEĞİLİM”
“Yeterince iyi değilim” inancının yanısıra “Yeterince çaba gösteremiyorum” ya da “Layık değilim” inançları da var. Bunları söyleyenlerden misiniz? Yeterli olmadığınızı düşünüyor ya da hissediyor musunuz? Ama kime göre? Kimin standartlarına göre? Eğer bu inancınız güçlüyse, o zaman nasıl sevgi dolu, mutlu, başarılı, sağlıklı bir hayat yaratabilirsiniz? Bu güçlü bilinçaltı inancınız, yaşamınıza sürekli çelişkiler getirecek, bir yerlerde aksamalar olacak, bir şeyler sürekli yanlış gidecek.

▫️KIRGINLIK, YARGILAMA, SUÇLULUK VE KORKU HERŞEYDEN ÇOK SORUN YARATIR
Bu dört duygu hem bedenimiz, hem de yaşamımızdaki temel sorunların kaynağı oluyor. Bu duygular, yaşam deneyimlerimizin sorumluluğunu almak yerine, başkalarını suçlamaktan kaynaklanıyor. Evet, yaşamımızdaki her şeyden yüzde yüz sorumlu olursak, suçlayacak kimse kalmayacak değil mi? “Dışarıda” olan herşey, iç düşüncemizin aynası. Diğer insanların kötü davranışlarına göz yummuyorum, ama bize böyle davranacak olan kişileri bize çeken şey, KENDİ inançlarımız.
Eğer kendinize şunları söylüyorsanız: “Herkes bana şöyle şöyle davranıyor, beni yargılıyor, asla benim için bir şey yapmıyor, beni paspas gibi kullanıyor, sömürüyor…” o zaman bu sizin DÜŞÜNCE KALIBINIZ.
İçinizdeki bazı düşünceler, bu tür davranışları gösteren kişileri yaşamınıza çekiyor. Bu tür düşüncenizi değiştirdiğiniz zaman, o tür kişiler de başka kapıya gideceklerdir. Artık o insanları hayatınıza çekmeyeceksiniz. Bu dört olumsuz duygu, fiziksel boyutta da ortaya çıkıyor. Kırgınlık (gücenme, darılma, öfke) uzun zaman içte tutulduğunda bedeni yemeye başlıyor ve kanser dediğimiz hastalığa neden oluyor. Sürekli kendimizi ya da başkalarını eleştirmek, yargılamak romatizmanın kaynağı. Suçluluk duygusu daima ceza arar ve bu ceza da ağrılar yaratır. Korku ve gerginlik kellik, ülser hatta ayak ağrılarına neden oluyor. Kırgınlık (gücenme, darılma) duygusundan bağışlama yoluyla kurtulmak kanseri bile yeniyor. Bu size basit gibi gelebilir ama işe yaradığına tanık oldum, bunu yaşadım.

▫️GEÇMİŞE KARŞI TUTUMUMUZU DEĞİŞTİREBİLİRİZ
Geçmiş yaşanmış ve bitmiş. Bunu değiştiremeyiz. Ama geçmiş hakkındaki düşüncelerimizi değiştirebiliriz. Bizi geçmişte biri incitti diye, şimdiki anda KENDİMİZİ CEZALANDIRMAK ne saçma. Çok derin kırgınlıkları olan insanlara hep şunu söylerim: “lütfen, bu kırgınlıkları daha da derinleştirmeden çözmeye başlayın. Bir cerrahın bıçağı altında ya da ölüm yatağında olduğunuz ana kadar beklemeyin, o zaman bir de yaşadığınız panikle başa çıkmak zorunda kalacaksınız”
Panik içinde olduğumuz anlarda, düşüncelerimizi kendimizi iyileştirme konusunda yoğunlaştırmamız çok zordur. Önce korkularımızı yenmek için zaman harcamak zorundayız. Eğer her şeyin umutsuz, bizim de kurban olduğumuz inancını seçersek, Evren bu inancımıza “Evet” der. Bu saçma, geri, olumsuz düşünce ve inançları bırakmamız hayati önem taşıyor.

▫️GEÇMİŞİ BIRAKMAK İÇİN, AFFETMEYE HAZIR OLMALIYIZ
Geçmişi bırakmak, kendimiz dahil herkesi affetmeyi seçmek zorundayız. Nasıl affedeceğimizi bilmeyebiliriz, affetmek istemeyebiliriz; ama affetmeye istekliyim demek bile, iyileşme sürecini başlatır. Kendi iyiliğimiz için geçmişi bırakmak ve herkesi affetmek mutlaka gerekli.
“İstediğim gibi biri olmadığım için seni affediyorum. Seni affediyor ve özgür bırakıyorum”. Bu olumlu düşünce bizi özgür kılar.

▫️TÜM HASTALIKLAR AFFETMEME DURUMUNDAN KAYNAKLANIR
Hastalandığımız zaman, yüreğimizi gözden geçirelim. Acaba kimi affetmeye ihtiyacımız var?
Course in Miracles şöyle der: “Tüm hastalıklar affetmeme durumundan kaynaklanır. Ne zaman hasta oluyorsak, affetmemiz gereken kişinin kim olduğunu düşünmeliyiz”
Bu düşünceye şunu da eklemek istiyorum: Affetmekte en çok zorlandığımız kişi, BIRAKMAYA EN ÇOK GEREKSİNİM DUYDUĞUMUZ KİŞİDİR. Affetmek, bırakmak, vazgeçmek demek, göz yummak demek değil, tümüyle bırakmak demek. NASIL affedeceğimizi bilmek zorunda değiliz. Yapacağımız tek şey affetmeye İSTEKLİ OLMAK. 

Kendi acımızı çok iyi anlayabiliyoruz. Çoğumuzun anlamakta güçlük çektiği şey, en çok affetmeye gereksinme duyduğumuz ONLARIN da acı çekmiş olmaları. Şunu anlamalıyız ki, onlar da o an içindeki anlayış, farkındalık ve bilgi kapasitelerine göre yapabildiklerinin en iyisini yapıyorlardı. İnsanlar soruları ile bana geldiklerinde yalnızca tek şey üzerinde çalışırm, KENDİNİ SEVMEK.
Kendimizi OLDUĞUMUZ GİBİ ONAYLADIĞIMIZ, sevdiğimiz ve kabul ettiğimiz zaman, herşey yoluna giriyor. Küçük mucizeler her yerde görülüyor. Sağlığımız düzeliyor, daha çok kazanıyoruz, ilişkilerimiz daha doyumlu hale geliyor, kendimizi çok yaratıcı biçimlerde ifade etmeye başlıyoruz. Tüm bunlar çabalamadan, kendiliğinden oluyor. Kendini sevmek ve onaylamak, güven ortamı yaratmak, kendine güvenmek, layık olduğunu düşünmek ve kabul etmek kafamızın içinde bir düzen yaratır. Bu da yaşamımızda daha sevecen ilişkiler, yeni bir iş, yaşayacağımız yeni ve daha güzel bir yer sağlar, hatta kilolarınızı bile dengeler.
Kendilerini ve bedenlerini seven insanlar, ne kendilerini, ne de başklarını kötüye kullanırlar. Kendini onaylama ve kabul etme, hayatımızın her boyutunda olumlu değişimlerin olması için temel anahtarlardır. Kendini sevmek, hiçbir şey için kendimizi eleştirmemekle başlar. Olumsuz eleştiri bizi tam da değiştirmek istediğimiz davranış kalıbının içine hapseder. Kendimize gösterdiğimiz anlayış ve şefkat bu kısır döngüden çıkmamızı sağlar. Unutmayın, yıllardır kendinizi eleştiriyor ve bir işe yaramadığını görüyorsunuz. Bir de kendinizi onaylamayı deneyin. Görün bakalım neler olacak.

▫️HER GÜN ÇALIŞABİLECEĞİNİZ BİR OLUMLAMA KALIBI
Hayatın sonsuzluğunda, bulunduğum noktada herşey mükemmel, bütün ve tam.
Her günün her anında, benden daha büyük bir gücün içimden akıp geçtiğine inanıyorum. Bu evrende yanlızca bir aklın olduğunu bilerek ondaki bilgeliğe kendimi açıyorum. Tüm çözümler, tüm yanıtlar, tüm iyileşmeler, her türlü yaratıcılık ondan geliyor.
Bilmem gereken her şeyin bana açıklanacağının, ihtiyacım olan her şeyin doğru zaman, mekan ve sırayla geleceğinin bilincinde olarak, bu güce ve akla güveniyorum. Dünyamda her şey iyi ve güzel.

NOT: Sabah ilk uyanma anlarınızda ve gece yatarken son yaptığınız bu çalışma olmalıdır.
Olumlamayı hafif ama kulaklarınızın da duyabileceği şekilde okunması gereklidir.

DÜŞÜNCE GÜCÜYLE TEDAVİ
Louise Hay

23 Eylül 2018 Pazar

Beyin uyurken öğreniyor!



İddia şu:

Dünya hafıza şampiyonunkiyle bizim beynimiz aynı. Bire bir… Onunki bizimkinden daha gelişmiş değil. Fark şurada; O kullanmasını biliyor, biz bilmiyoruz.

Beyin, kolumuzun kası gibi. Hiçbir farkı yok. Çalıştırmak gerekiyor. Sadece çalıştırmak… Peki, ama nasıl?


Temel soru şu:

Beynimizi daha etkin nasıl kullanabiliriz?


Bilgiyi ömür boyu unutmamak üzere bilinçaltımıza nasıl yerleştirebiliriz?


Lazım olduğunda nasıl o yerden çıkartıp kullanabiliriz?


Öncelikle şunu söyleyeyim. Bir şeyi öğrenmek için üç defa tekrarlamak gerekiyor. En iyi yöntem de şu: Bilgiyi beyne yükle, herhangi bir konuda çalıştıktan sonra uyu.

Burası çok önemli; Uyu! Sabah kalk, aynı konuyu bir kez daha çalış. Bir hafta sonra yine… Artık unutmana imkân yok.

Peki, uyumak niye mi önemli? Aslında beyin uykuda öğreniyor. Beyne yerleştirdiğiniz bilgiler uyku sırasında kısa dönemli hafızadan uzun dönemli hafızaya geçiyor. Oraya yerleşiyor. Gözler kapanınca bilinç kapanıyor ama bilinçaltı çalışıyor. Bilgi bilinçaltına yerleşince de bir daha çıkmıyor. Yani unutmuyorsunuz.


Kediler üzerinde bir araştırma yapılmış. Kedileri iki gruba ayırmışlar. Aynı şeyleri öğretmeye çalışmışlar. Birinci gruptaki kedilere her öğrettikleri şeyden sonra uyumaları için izin vermişler. İkinci gruptakiler daha az uyumuş, bol bol çalışmış. Sonuç: Uyuyanlar daha hızlı kavramış. Daha başarılı olmuş.

Diyorlar ki stres altındayken bir şeyi öğrenemezsin. Çünkü stres altındayken vücut kimyasal bir madde salgılıyor. O madde öğrenmeyi, hatırlamayı engelliyor.

Hafıza şampiyonları yeni bir şey öğrenirken derin bir transa giriyormuş. Yani bilgiyi doğrudan bilinçaltına gönderiyorlar. Nasıl mı? Üç defa derin nefes alın, rahatlayın. Beyninizi öğreneceğiniz şeye odaklayın. Hepsi bu.

Bir de uzun çalışmanın da çok yararlı olmadığını söylüyorlar. Saatlerce masa başında kalmanın… Örnek mi? Bir saat kesintisiz çalışacağına her 20 dakikada bir beş dakika mola ver. Beyni rahatlat, çok daha iyi öğrenirsin.


Bir konferansa, seminere katılmışsınızdır veya uzun bir toplantıya. Konuşmaların başını ve sonunu net biçimde hatırlarsınız. Peki ya ortasını? Uçar, gider! Beyin almaz. Hafıza algılamaz. Küçük bir ipucu daha: Öğrenirken o bilgiye duygular kat. Beyninde resmet. İstersen komik hale getir, abart. Sonra o halini düşünerek kullan. Bir daha hiç unutmazsın!


Philip Holt (NLP Uzmanı)

22 Eylül 2018 Cumartesi

Sevilmediğinden ve değer görmediğinden şikayetçiysen eğer...


Sevilmediğinden ve değer görmediğinden şikayetçiysen eğer, senin kendini sevdiğinden ve kendine değer verdiğinden emin ol...


Kendini mutlu ediyor, eğlendiriyor ve aynaya her baktığında kendine tüm samimiyetinle “seni seviyorum” diyor musun? 


Bunu sadece bir hafta dene (etkisini gördüğünde alışkanlık haline gelecektir zaten). Sana değer vermeyen ve sevmeyen insanların hayatından nasıl nedensiz ve sessizce çıktıklarını; seni sevecek, değer verecek insanlara yer açtıklarını şaşkınlıkla gözlemleyeceksin...


Tülay Koçak

Çok geç diye bir zaman yoktur...




Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra ”Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var.
Çok ilginç biri, bakalım bulabilecek misiniz?” dedi. Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu. 
Döndüm. Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi bana gülümseyerek bakıyordu...
”Ben Rose” dedi. ”Benim adım Rose, yakışıklı. 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?”
Güldüm. ”Tabii” dedim. ”Hadi sarıl bana.”

Öyle sımsıkı sarıldı ki. ”Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin?” diye şaka yaptım. Minik bir kahkaha ile yanıtladı: ”Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım.”

Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık. Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestr boyunca Rose kampüsün idolü oldu. 
Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatı yaşıyordu. Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu. Sömestr sonunda, Futbol Balosu’na davet ettik, Rose’u konuşma yapması için... Orada bize verdiği dersi unutmama imkân yok.

Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. 
Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. Şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi.

”Ne kadar beceriksizim, değil mi? Özür dilerim... Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attım. Sonucu görüyorsunuz. Şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil. Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?”
Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı:

”Yaşlandığımız için, eğlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz. 
Eğlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. 
Genç kalmanın, mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır:
Her gün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak...
Bir rüyanız olmalı mutlaka.
Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz.
Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok.
Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır. 
Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiç bir şey yapmadan, hiç bir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz. Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiç bir şey yapmadan, hiç bir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. 
Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır. Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir.
Asla pişman olmayın. Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü. Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır. Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır.”

Ders yılı sonunda Rose yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi... 

Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü. 
Cenaze törenine iki binden fazla üniversite öğrencisi katıldı. 

”Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağı” hepimize, hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadın anısına layık bir törendi bu... Rose’un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:

”Çok geç diye bir zaman yoktur!”

Alıntı.

21 Eylül 2018 Cuma

Senin benim hakkımda düşündüğün gibi görünürüm...



1. Senin benim hakkımda düşündüğün gibi görünüyorum. Lütfen, benim güzel olduğumu düşün ve ben öyle olacağım.

2. Çeşitli hastalıklarla ilgili düşündüğünde ve bunları bende bulmaya çalıştığında senin düşüncelerine boyun eğiyorum ve hasta oluyorum.

3. Sende olumsuz hisler, duygular yaratan düşüncelere çok fazla zaman ayırdığında, ben de hasta olmaya başlıyorum. Çünkü paha biçilmez hayat enerjin bu düşüncelerle heba oluyor.

4. Mutluluk verici şeyler düşündüğünde ben de çiçek açıyorum ve gözlerinin önünde gençleşiyorum.

5. Benim kaynaklarım ve olanaklarım çok fazladır. Bana sadece güven. Kendimi yenileyebilirim, bazı organlarımı ve dokularımı kendi kendime yenieyebilirim. Doktorlar bana iyileşemez tanısı koysalar bile iyileşebilirim. Benim bu arzuma yardım et ve benim olanaklarıma inan.

6. Ben yüzyıllarca fonksiyon gösterecek şekilde programlanmışım. Neden daha 35-40 yaşlarında yaşlanmayı düşünmeye başlıyorsun? Sen beni düşüncelerinle yaşlandırıyorsun. Çünkü sizin toplumunuzda 100 yıl yaşamanın bir sınır olduğunu söyleyen bulaşıcı bir program yaygın.

7. Bir şey atıştırmaya karar verdiğinde, en azından bazı seferlerde bana da bir sor. Beni duymayı başarırsan, sana her zaman cevap vereceğim. Ve bu sadece senin yararına olacak. Oysa sen yemeği ya otomatik pilotta ya da okuduğun o bir sürü akıllı kitaba göre yiyiyorsun.

8. Güzellikle ilgili konuya bir daha dönmek istiyorum. Beni bir sürü tablet, silikon, botoks, akril, jel gibi şeylerle doldurma. Ben bunlarsız da güzel olabilirim. Sadece bana biraz yardım et. Büyük bir sevinçle, sana gerekli olan ve beğendiğin forma gireceğim.

9. Temiz havada dolaşmaya bayılıyorum. Yüzmeye, koşmaya, dans etmeye, masaja ve seks’e..
Oysa ki sen bilgisayar ve televizyon önünde oturup duruyorsun…

10. Ben sana inanıyorum. Bir dilim pasta yediğinde kilo alacağını düşünüyorsun ben ise senin düşünceni gerçekleştiriyorum ve kilo alıyorum.

11. Seni çok seviyorum. Ve senden aşk ve şükretmek ile ilgili kelimeler duymak istiyorum. En azından bazen….
Ama yapmasan da fark etmez, seni koşulsuz seviyorum.
Ben, senin bedenin, senin evrenin. Sen de sonsuz evrenin kutsal bir parçasısın.
Her şey olması gerektiği gibi olduğu için şükrediyorum.
Beni dinlediğin için teşekkürler.
Ben sadece sen arzu ettiğin için varım.
Ve senin beni görmek istediğin gibiyim.
Hadi birbirimize yardım edelim.

Bedenin...

Alıntı.

"Inanç umulan şeylerin maddesi ve görülmeyen şeylerin kanıtıdır."



Negatif fikirlerin, korkuyla enerji yüklenmedikleri sürece kimsenin canını yakmayacağını biliyoruz; aynı şekilde iyi fikir lerin ya da düşüncelerin de kendi kalbimizde doğru olduklarını hissetmediğimiz sürece faydaları yoktur.


Duygularınızda varsaydığınız ve inşa ettiğiniz her şey içinizde öznelleşecek ve uzayın ekranında nesnelleşecektir. Bu varsayımı sürdürmelisiniz, sonra her durumda gerçekleşmesine tanık olacaksınız.


"Inanç umulan şeylerin maddesi ve görülmeyen şeylerin kanıtıdır." 


Joseph Murphy 

19 Eylül 2018 Çarşamba

Bolluk ve Bereket Bilinci




Bolluk ve bereket bir zihin durumudur. Yaşamınıza daha çok bolluk enerjisi çekmek zihinsel durumunuzu bereket içinde yaşayanların zihinsel durumlarına uygun hale getirmekle mümkündür. Bolluk bilincini kazandığınız anda yaşamanızda sadece paranın degil, arkadaşların, bilgilerin, paylaşımların ve sevginin de bol olduğuna şahit olacaksınız.

Bolluk ve Bereket hem maddi hem manevi zenginlik demektir. Yaşamınıza bu enerjiyi daha cok çekmeniz icin işte size 10 tane ipucu;

1- Almayı Ögrenin
Bazı insanlar sadece vermek isterler, almak onlar için kötü ve yanlış bir şeydir. Ben vermeyi çok severim lakin almak beni rahatsız eder diyen insanlardansanız öncelikle şunu bilin ki bolluk enerjisi sizi ziyaret etmeyecektir. Kim istenmediği yere gider ki. Verdiginiz gibi almayı da bilmeli ve aldıklarınızı hak ettiğinizi bilmelisiniz. Almak da vermek kadar doğaldir ve unutmayın almayı bilmeyenin verecek bir şeyi kalmaz.

2- Para Kirli Değildir
Bazı insanlar icin para pis bir şeydir. Zenginlik günahkarlıktır. Her gördükleri zengin için kimbilir bu parayı kimin canını yakarak kazandı diye düşünürler. Oysa evrendeki herşey enerjidir ve para da bir enerjidir. Para nötr bir enerjidir onun iyi mi kötü mü algılanacağı size bağlıdır. Bir insan parasıyla iyi güzel şeylerde yapabilir. Veya para temiz bir şekilde de kazanılabilir. Tüm zenginler kötüdür düşüncesini aklınızdan çıkartın ve parayı pis bir şey gibi görmeyin. Kendinizle ilgili olumlu kanılarınız varsa para içinse olumsuz kanılara sahipseniz paranın size gelme olasılığı hemen hemen yok olur. Nasıl mı? Ben iyiyim, para kötü ikilemi şu noktaya gider. Para bana gelmeyecektir. Bu düşünceyi değistirin.

3- Sözlerinize dikkat edin
Bolluk ve bereketi size çeken önce zihinsel durumunuz, sonra sözlerinizdir. Ben paraya hiç değer vermem, zaten hep kaybederim, para ile aram yoktur gibi sözleriniz parayı sizden uzaklaştıracaktır. Bilinçaltınızı bu sözlerle programlarsanız, bilinçaltı bu komutları gerçekleştirmek için sadık bir hizmetkar gibi çalışacaktır ve kendi kendini gerçekleyen kehanetiniz ortaya çıkacaktır. Zenginlik, bolluk ve bereketle ilgili olumlamalar yapmanızı öneririm. Örneğin; Her gecen an para bana artarak geliyor, bolluk ve bereket içindeyim, yaşamımda her şey yeterli, yaşamım bolluk ve bereket içinde, bana gelen parayı severek alıyorum ve o da daha çok geliyor gibi olumlamalar yapabilirsiniz.

4- Koşulsuz isteyin
İnsanlar genelde bir istekleri olduğu zaman bunu bazı koşullara bağlarlar. Şu arabayı satsam da ameliyat olsam, falanca gelse de şu işimi halletse, şuraya gitsem de şunu elde etsem gibi. Oysa istekleriniz size bir çok farklı yoldan gelebilir. Siz bir yola dikkatinizi ve enerjinizi vererek diğer yolları tıkamış olursunuz. Örneğin ameliyat için arabayı satmak isteyen kişinin gerçekte istemesi gereken şey şifadır. Şifa bir insana birçok yoldan gelebilir, araba satılmasa da, ameliyat olacak para başka bir şekilde gelebilir. Hatta o ameliyatı olmadan bile şifa bulabilir. Oysa kişi dikkat ve enerjisini arabayı satarak şifaya verdiği için diğer yolları kapamış oldu. Koşulsuz istemek yaşamda amaçlara kavuşmanın temel şartlarından biridir. Şartları, durumu, mantığı bir kenara bırakın sadece isteyin. Ne istiyorsanız onu isteyin. Para mı, aşk mı, iş mi her ne istiyorsanız onu….

5- Yaşamınızda boşluk oluşturun
Evren boşluk sevmez ve mutlaka doldurur. Eğer eviniz tıka basa eşya dolu ise ve eşyaları yenilemek istiyorsanız paranızın olmasını beklemeyin. Eşyaları daha en başından atın (tabi yaşamak için gerekenleri değil) Bir süre sonra yeni eşyalar bir şekilde gelecek. Yeni elbiseler istiyorsanız eskileri ihtiyacı olanlara verin. Eğer yaşamınızda yeterince bolluk ve bereket yoksa bunun için yer açıp açmadığınıza bakın. Yaşamınızda yeniliklere ve bolluğa yer açın ki gelsin. Bunun için önce evde kullanmadığınız eşyalarla, eskimiş elbiselerle, uzun süredir birikmiş ıvır zıvırla başlayın. Siz eskiyi bıraktıkça yeni gelecek. Unutmayın evren boşluk sevmez.

6- Borçları Değil, Kazançları Düşünün
Bir zamanlar bir öğrencim bir ayın kirasını ödeyince diğerini düşünüyorum demişti ve para sorunundan yakınmıştı. Bende borcunu değil, kazanacaklarını düşün demiştim. Dikkatinizi neye verirseniz onu büyütürsünüz. Borçlara verirseniz borçları, kazançlara verirseniz kazançları. Bu en basit formüllerden biridir. Dikkatinizi kazançlarınıza verin ki onlar büyüsün. Bu öğrencim bu formülü başarı ile uyguladı. İşten ayrıldı, serbest çalışmaya başladı, şimdi meslektaşlarına göre 4-5 kat daha fazla para kazanıyor. Unutmayın ancak fakir insanlar parayı kafalarına takarlar.

7- İmgeleme yapın
İmgeleme bolluk ve bereketi kendinize çekmeniz için en etkili yöntemlerden biridir. Bol bol imgeleme yapın. Dikkat edin, hayal kurun demiyorum. Hayal kurmak daha başından isteklerinizin hayal olduğunu kabul etmektir! İmgeleme bundan başka bir şeydir. İsteklerinizi imgeleyin, imgenize duygu yükleyin ve evrene gönderin. İmgelemede istediğinizin olduğunu hissedin, aynı heyecanı duyun, mutluluğu yaşayın ve bunun olacağına yürekten inanın.

8- Düzenli olun
Zengin insanların ortak yanları, son derece düzenli olmalarıdır. Evleri, ofisleri, arabaları çok temiz ve düzenlidir. Gerçekten de benzer enerjilerin birbirini çektiği süptil dünyada bolluk enerjisini çekmek için temiz enerji alanına sahip ortamlarda yaşamalısınız. Düzensiz ve pis ortamlarda biriken negatif enerji ancak kıtlık enerjisini kendisine çeker. Bolluk ve bereket için temiz ve düzenli ortamlarda yaşamanız, iş yapmanız gereklidir. Şimdi çekmecelerinizi ve dolaplarınızı düzenleyin. Pis şeyleri temizleyin ve düzenleyin. Zengin olmak istiyorsanız zenginler gibi davranmayı öğrenmelisiniz.

9- Büyük Düşünün
Evrende her şey enerjidir. Bir tabak yemek de, son model arabada. Eğer yemek bulmak kolay ama araba zor derseniz işleyişi algılamadınız demektir. İstediğiniz araba da olsa yemekte, ikisini de elde etmeniz aynı mekanizma ile çalışır. Oysa yemeği her gün buluyorsunuz, çünkü bulacağınızı biliyorsunuz, buna inancınız tam. Oysa son model arabayı bulacağınıza inancınız yok. Eğer doğru şekilde istemeyi bilirseniz, yemek de araba da aynı şekilde size gelecektir. Ancak arabayı da bulacağınıza, yemeği bulacağınız kadar emin olmanız ya da arabayı da açken yemek ister gibi istemeniz gereklidir. İkisine sahip olmanın en önemli farkı budur. Bu yüzden büyük düşünün ve hayallerinize sınır koymayın. Sonuçta ne isterseniz isteyin elde etmenizin koşulları aynı.

10- Vermeyi de unutmayın
Küçük bahşişler, küçük hediyeler ve arkadaşlarınıza yemek ısmarlamalar. Bunların hepsi aldıklarınızı paylaşmanız için önemlidir. Unutmayın evrene ne gönderirseniz size 10 katı geri gelir. Evrene bolluk içinde olduğunuzun mesajını gönderin. Vermeyi bilin ki alasınız. Şükretmeyi ve diğer insanları da düşünmeyi unutmayın.

reikiturk.com’dan alıntı.

18 Eylül 2018 Salı

Sen huzurlu olduğunda...



Sen huzurlu olduğunda, insanlar sana yaklaşır,
huzursuz olduğunda uzaklaşır… 
Bu o kadar fiziksel bir olaydır ki, kolaylıkla gözlemleyebilirsin. 

Ne zaman huzurlu olsan, herkesin sana yakın olmak istediğini hissedeceksin.
Çünkü huzur, etrafında bir titreşim yaratır. 
Etrafında huzur halkaları hareket edecek ve her kim yaklaşırsa, bir ağacın gölgesine girip, rahatlamak ister gibi, sana daha yakın olmayı arzu edecek. 

Unutma; başkalarına ancak sahip olduğun şeyi verebilirsin. 
Sen mutluysan, sadece orada bulunman bile, diğer insanların mutluluğunu tetikleyecek. Senin müziğin, senin dansın mutluluk dalgaları yaratacak, neşen sana yaklaşan herkese bulaşacak.

Osho

Hayatı Tezahür Ettir...



Arzuları gerçekleştirmenin en hızlı yolu, bir kere öğrendiğinizde ve hayatınıza uyguladığınızda asla hayatınızda problem olmayacak ve zorluk çekmeyeceğiniz yol, aynı zamanda...

İstediğimiz kadar başarı kolayca mümkündür.Bütün arzularımızda kolayca gerçekleştirilebilr.

“Bir arzunuzu tezahür ettirmenin en kısa yolu sanki olmuş gibi düşünmek , konuşmak, ve hareket etmektir. “ 
Bunu farklı bir şekilde duymuş olabilirsiniz. 
Fakat onu kendi hayatınızda hiç uygulamamışsınızdır. 
Bunun nedeni bunun ne kadar güçlü olduğunu hesaba katmamış olmanız ve bu konuda şüphe duymuş olmanızdır. 
Bu nedenlerle harekete geçmemenizdir. 

Şüphelerinizi gidermeme izin verin böylece bu sır %100 güvenle kullanırsınız ve %100 sonuç alırsınız. 
Bunu yapmadan önce sizlere "gerçek" kavramı hakkında bir şeyler söyleyeceğim. 
Gerçek güçlüdür. Gerçek evrensel bir kanundur değiştirilmez o içinde kendi gücünü taşır. 
Gerçeği bildiğiniz sürece farkındalık seviyeniz otomatik olarak artar ve asla geri gitmez. 
Bir kere gerçeği bildiğinizde kendi algınız tümüyle değişir ve dünyayı farklı görürsünüz ve artık aynı eski siz olamazsınız. 
Geri kalan hayatınız boyunca gerçeği araştırırsınız. 

Bazı insanlar çok şanslıdır; kolayca gerçeği keşfederler ve gerçeğe dayalı stressiz hayatın tadını çıkarırlar.
Diğer insanlar geri kalan hayatlarını çabalayarak ve asla gerçeği bilmeden yaşarlar. 
Aslında gerçek çok basittir sadece birinin size söylemesine ihtiyacınız vardır ve siz hemen onu duyunca tanırsınız. 
Bunu neden daha önce düşünemediğiniz konusunda şaşırırsınız.

Bu prensibin arkasında bir kaç basit gerçeği sizinle paylaşacağım.

1. İstediğiniz şeye zaten sahipsiniz.
Belki “istemeden önce o size verilmiştir“ sözünü duymuşsunuzdur. 
Bu düşüncenin gerçekte ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Bunun başka bir dinsel bir inanç olduğunu düşünmüş olabilrisiniz. Ama bilimsel bakış açısından baktığımızda bu gerçekten de doğrudur.

Çünkü arzuladığınız her şey, imajine ettiğiniz her şey “olasılıklar kozmik alanında” enerji formunda vardır. 
Bütün evren büyük bir enerji okyanusudur. Bu şu demektir siz, ben, dünya ve dünya üzerindeki her şey, para, ev, araba, ideal eş hepsi ama hepsi enerjidir. 
Bilmediğiniz ise bu enerji bütün evrensel sistemi yöneten yüksek zihnin emri üzerine hareket eder. Bilmediğiniz diğer şeyde sizde bu yüksek zihnin bir parçasısınız.
Bu yüksek zekanın her özelliği sizde de bulunur. Öyleyse sizinde bu enerji alanına emir verme (yönetme) gücünüz vardır.
Öyleyse sizler harfi harfine bu kozmik enerji alanında hayal ettiğiniz her şeyi yaratabilirsiniz. 
Hatırlayın “kendi hayatınızın yaratıcısısınız” 
Öyleyse istediğiniz herşey çok önceden size verilmiştir. 
O kesinlikle arzuladığınız her ne ise ona sahipmiş gibi düşünmek konuşmak ve hareket etmek gerçekten akla uygundur. 

2. Duygular yüksek zekanın dilidir. 
Eğer sizler yüksek zekanın bir parçası iseniz neden arzularınızın yaratma konusunda herhangi bir belirti görmüyorsunuz? 
Neden hayat sonu gelmez çabalar silsilesidir?
Neden hayatınız endişe ve kaygı doludur? 
Bu duygulara sahipseniz işte bu kesin cevabıdır bu soruların.
Ne hissederseniz onu yaratır veya tezahür ettirirsiniz. Evren sizi asla hayal kırıklığına uğratmaz.
Ne isterseniz onu verir. 
Problem şudur evren Türkçe, İngilizce vs konuşmaz . 
Ancak biz doğmadan önce fizik sistemimize evrensel dil yapılandırılmıştır. Bu dil evrenseldir. Böylece evren her birimizle iletişim kurar. Bu dil bizim duygularımız ve hislerimizdir. 
Bizler doğduğumuzdan beri yüksek zeka ile her saniye iletişim halindeyiz. 
Evren bizim emrettiğimiz herşeyi bize sağlar. .Evrenden çaba ve mutsuzluk alıyorsak bu güçlü dili yanlış kullanıyoruz demektir. Bunun üzerinde düşünün.

Eğer duygularımız evrenle konuştuğumuz dil ise ve duygularımız sürekli çabalama ve mutsuzluk konuşuyorsa, evren size nasıl cevap versin? 
Onun size daha fazla çabalama ve mutsuzluk verme dışında hiçbir seçimi yok.. Evren her zaman sizi tatmin eder. 
Şimdi anladınız şu andaki durumunuz ne kadar mutsuz ve perişan halde olursa olsun bütün bu perişan ve mutsuz duyguları bırakmalısınız. 

Eğer bırakmazsanız evrene daha fazla mutsuzluk ve perişanlık istediğinizi söylüyorsunuz demektir.
Bunun yerine arzularınız yerine gelmiş gibi düşünün ve konuşun ve hareket edin. Bu arzularınızla uyumlu olan duygularınız tetiklenir ve bu emirleriniz evrene gider . Böylece arzularınız çabasızca gerçekleşir. 
Evren sizi hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmaz. Sadece siz kendinizi hayal kırıklığına uğratırsınız. 
Ne hissettiğiniz konusunda dikkatli olun çünkü hissettiğiniz şeyin fazlasını alacaksınız. 

3. Detaylarla evren ilgilenecek.
Şimdi size arzularınız gerçekleşmiş gibi düşünün, hissedin, ve hareket edein dediğimde bunu nasıl yapacağınızı sorabilirsiniz. 
Endişelenmeyin siz doğru zamanda doğru yerde olacağınızı bileceksiniz. 
Evren bütün detaylarla ilgilenecektir. Sizin göreviniz evrensel dil olan duygularınız ve hislerinizle ne istediğinizi söylemektir. 
Duygularınızı belli frekansta bir enerjidir. Bu enerji kozmik enerji alanına gider ve orada duygularınızla tam uygun olan frekansı bulur.İsteğinizi size - örneğin bir kitap, bir mentor , bir fırsat veya destekleyici bir grup insan olarak önünüze getirir. 
O tam sizin istediğiniz şeyi bulur. Çünkü bu da evrenin görevidir. 
O evrensel yasa olan çekim yasası ile duygunuzu gönderdiğiniz anda garanti altına alınmıştır. 
Yapmanız gereken tek şey kalbinizin arzuları üzerine odaklanmak sanki olmuş gibi hissetmeniz gerekeni hissetmek, duymanız gerekeni duymak, koklamanız gerekeni koklamaktır. Bırakın detayları evren düzenlesin.
Umarım şüphelerinizi aydınlatmışımdır.
Şu andan sonra sizin yapmanız gereken sanki arzularınız gerçekleşmiş gibi düşünmeniz, konuşmanız ve hareket etmenizdir.
Bu yöntem arzularınızı gerçekleşmesi için en hızlı yoldur.

Alıntı.

Konuşurken kullandığınız olumsuz kelimelerin hayatınız üzerindeki negatif etkilerinin farkında mısınız?




Peki söylediklerinizin, hatta düşündüklerinizin sizi nasıl kısıtlayabileceği veya sınırlarınızı ne kadar daraltabileceği konusunda bir fikriniz var mı?
Konuştuğunuz veya düşündüğünüz şeylerin başınıza geldiği; “Keşke söylemeseydim, bunları aklıma bile getirmeseydim, hiç düşünmeseydim!” dediğiniz oldu mu?

Madem ki söylediklerimizin, hatta aklımızdan geçenlerin hayatımızda böyle değiştirici, yönlendirici ve güçlü bir etkisi var; o halde neden bu durumu kendi lehimize kullanmayalım. Öyle ya, olumsuz kelimeler veya olumsuz düşünceler hayatımızı bu denli etkileyecek bir güce sahipse, bu gücü hayatımızı olumlu yönde etkilemek ve daha mutlu olmak adına kullanmak daha mantıklı değil mi?

İsterseniz bu olumlama sürecinde neler yapabileceğimize şöyle bir göz atalım.

1. Geçmişimize Dönelim
Geçmiş, geçmiştir. Her ne kadar onu olduğu yerde bırakmak ve içinde bulunduğumuz ana konsantre olmak akıllıca bir hareket olsa da, eğer gelişimimize katkıda bulunacaksa, yaşadığımız olaylardan ders çıkarmak adına, zaman zaman geriye dönük bir tarama yapmak faydalı olabilir.

Geçmişimize dönüp bazı olayları incelerken de kendimizi incitmemeyi, yaptıklarımız veya söylediklerimiz için pişmanlık duymamayı ilke olarak benimseyelim. 

Dikkat edeceğimiz bir diğer konu da kendimize karşı açık olmaktır.
Diğer insanlardan kendimizi, hissettiklerimizi gizlemek mümkün olsa da; olaylar bizim içimizde olup bittiğinden onları kendimizden gizlenmemiz pek olası değildir.

Kendimizi kandırmaya kalktığımız zaman ise benliğimizi incitme riskimiz olacaktır. Dolayısıyla, ne kadar açık ve rahat olursak, düşünme sürecimizi o kadar sağlıklı kullanırız.
Bunlara gerekli özeni gösterdikten sonra hayatımızın önceki dönemlerinde, herhangi bir konuda olumsuz konuşup gerçekten de olumsuz neticeler aldığımız durumları gözden geçirmemiz gerekir.

Bulduklarımızı bir kenara koyup yaptığımız hataları tekrar etmediğimiz sürece geçmişteki kayıplarımız kolaylıkla bugünün kazanımları hanesine yazılabilir.

2. ‘Şimdiki Zaman’ İçerisinde Kendimizi İnceleyelim
İçinde bulunduğumuz günün, anın, yaptıklarımızın, düşündüklerimizin, ağzımızdan çıkanların daha çok farkında olalım. Farkındalığımız ne kadar açık olursa, hatalarımızı yakalama ve tekrar etmeme şansımız o kadar yüksek olacaktır.

Evet, hepsi bundan ibaret. Yaptıklarımıza, söylediklerimize ve bunların sonrasında gelişen olaylara dikkat edeceğiz. Bu çalışmayı, yaşadığımız an içinde kendimizle ilgili farkındalığımızı artırmak için yapmamız gerekir.

3. Kendimizle Anlaşma Yapalım ve Hayatımızdan Olumsuz Düşünceleri Çıkaralım
Zaman zaman kendimizle de anlaşmalar yapmamız gerek. Kafamızdan geçen olumsuz düşüncelere bir son vererek, bunları hayatımızdan çıkarıp atmaya çalışacağız. Buna bir nevi ‘negatif düşüncelerle savaş’ da diyebiliriz.

Hoşumuza gitmeyen, bizi bunaltan, kötü etkileyen bir düşünceyi aklımıza geldiği ilk anda kafamızdan atarak bunun yerine düşüncenin tam tersini ve olumlu olanını koyalım. Elbette ilk zamanlar bunu yapmak zor gelebilir. İnsani olan bu tepkilerimizi bu kez görmezlikten gelip kendimizi olumlu olmaya yöneltelim.
Diyelim ki sınava gireceğiz, ancak başarısız olma ihtimali de bizi çok korkutuyor. Bunu kafamızdan bir türlü çıkarıp atamıyoruz. Yemek yerken, hatta oturmuş ders çalışırken bile bu konu bir yerlerden aniden kafamızın içine yerleşiyor ve bize soğuk terler döktürüyor.
O halde bundan böyle bu olumsuzluk aklımıza her ne zaman gelirse, durup kendi kendimize şöyle tekrar edelim: “Ben bu sınavı başarı ile atlatıyorum.”
Burada dikkat etmemiz gereken, ileriye dönük bir zamanda yaşanacak bir olay hakkında, içinde bulunduğumuz zaman içerisinde olayı yaşıyormuş gibi zihnimizi olumlamak olacaktır.

4. Olumsuz Cümle ve Kelimeleri Rafa Kaldıralım
İnsanlarla ilişkilerimizde ve konuşmalarımızda daima olumlu cümleler kurmaya ve olumlu kelimeler kullanmaya özen gösterelim. İsterseniz bu konuda bir örnek de büyükler için verelim: 
Mesela çocuğumuza yönelik konuşmalarımızda birçoğumuz, yapmamasını istediğimiz ve yasakladığımız şeyleri dile getiririz. 
Çocuklar da inatla bize kulak asmaz ve bıkıp usanmadan aynı şeyi yapmaya devam ederler. Olumsuz eklentili kelime ve cümleler özellikle çocuklarda belli bir direnç oluşturmaktadır. Bu kez, “Yapma, etme” demek ve olumsuz bir cümle kurmak yerine, o an için yapmalarını istediğimiz ne var ise onu söyleyerek duruma müdahale etmeyi deneyebiliriz.

Zannederim ki birçok annebaba çocuklarının koltuklara çıkıp zıplamalarından hoşlanmaz. Bu gibi durumlarda “Koltukta zıplama” türünde bir cümleyi, “Yanıma gelmeni istiyorum” şeklinde olumlu bir cümle ile değiştirirsek daha başarılı bir sonuç alacağımıza inanıyorum.

Elbette çocuklarımız dışında kalan ilişkilerimizde de konu çoğu kez gelip aynı yerde düğümleniyor. Karşımızdaki arkadaşımız veya eşimiz de olsa ‘yapma etme’ türünde kurulmuş olumsuz cümleler onlarda ilk anda belli bir direnç oluşturmaktadır. Ne kendimizi ne onları yormamak adına, yapılması istenilen şeyi olumlu kurulmuş cümleler ile ifade etmek, iletişimde başarı şansımızı artırır.

5. Konuşmalarımızda Suçlayıcı Olmaktan Kaçınalım
İnsanlarla ilişkilerimizde söylemek istediklerimizi zihnimizin içinde biraz evirip çevirerek ve mümkünse öncelikle kendimizi onların yerine koyarak söyleyelim. Diyeceklerimiz, öncelikle bizim kulağımıza hoş gelmeli.

Haklı olduğumuza inandığımız zamanlarda bile, karşımızdakilerin durumu ile ilgili objektif bir değerlendirme yapmadan konuşmaktan kaçınalım. İnsanlar hata yapabilir, onları hatalarından dolayı suçlamak oldukça kolaydır. Ancak şurası da bir gerçektir ki, kendimiz de dahil, hiç kimse suçlanmaktan hoşlanmaz.

Konuşmaya suçlamalarla giriş yapmaksa diyaloğu ilk anda kapatabilir. Suçlama yapmak yerine, hissettiklerimizi anlatmak karşımızdaki kişinin duruma bizim açımızdan bakmasını sağlar ve iletişimi güzel bir atmosfere taşır.

Bir arkadaşımızın istenmedik bir davranışı karşısında biz de olumsuz bir cümle sarf edersek, olay tatlıya bağlanmaz, diyalog kapanabilir. “Bu davranışın beni çıldırtıyor.” gibi bir söylem karşısında insanlar ister istemez olumsuz tepkiler verirler. Onun yerine “Bu davranış beni çok üzdü.” cümlesinin daha etkin bir sonuç alacağına inanıyorum. Bu cümlede üzüldüğümüzü ifade ediyoruz, tespit yapıyoruz ancak kimseyi suçlamıyoruz.

Söylediklerimizin suçlayıcı olmamasına dikkat ettiğimiz zaman, insanların bizi dinlemeye daha istekli olacakları, hayatımızın ve ikili ilişkilerimizin daha kolay yürüyebileceği kaçınılmaz bir gerçektir.

6. Düşüncelerimize ve Hayatımıza Limitler Koymaktan Vazgeçelim
“Başarılı olamam, bu iş beni aşar, ben kim başarmak kim!” gibi ifadeler kendimizi endişelerimiz içine hapsetmekten başka bir işe yaramaz. 

Bu, kendimize düşman olmak demektir.
İnsanoğlu güçlü bir yaradılışa sahiptir. Ne var ki, bu gücümüzü sınayabilmek için hayatta güçlüklerle karşılaşmak, onlar karşısında dik durma savaşı vermek gerekir. Hayat bizi zorlamadıkça, içimizdeki güçten haberdar olmadan, günlük olayların akışına kapılarak yaşamaya devam ederiz.

Olaylar veya koşullar zor veya imkansız görünse de, içimizde saklı gücümüzle, konu her ne ise üzerine giderek üstesinden gelebiliriz. Çünkü hiçbir güzellik altın tepsi içerisinde önümüze konulmaz. 

Dolayısıyla koşullara takılmak yerine, işin neresinden başlamamız gerektiğine bakalım. Sakin kalmaya özen göstererek olaylar arasında ayırım yapmadan her zaman ve her koşulda başarılı olacağımıza önce kendimiz inanalım.

Çalışmaya açık bir yaklaşım kazanarak, negatif düşüncelerimizle kendimize engel koymaktan uzak kaldığımız sürece başarıyı yakalama şansımız yüksek olur. Ne dersiniz, denemeye başlayalım mı?

Patricia Muradi

Beyin Dalgaları ve Titreşim




Bütün dünyanın “Secret” (Sır) yasasını konuştuğu son günlerde “titreşim” kelimesi günlük yaşamımızda çok fazla yer almaya başladı. “Çekim yasası var mı, yok mu?” tartışmasını bir tarafa bırakıp, evrendeki her şeyin titreşerek bir arada duran parçacıklardan oluştuğu gerçeğini kabul etmeye sanırım kimsenin itirazı olamaz.

İnanan ya da inanmayan herkesin bir arada yaşadığı bu evren, sayılamaz titreşimlerle bir şeyleri bir şeylere çekiyor ya da itiyor! Galiba tartışılması gereken çekim yasası değil, titreşim yasası… Katı ve cansız cisimlerde maddenin özelliklerini de belirleyen titreşim, canlı organizmaların tümünde çok daha karmaşık ve çoğunlukla da gizemli pek çok şeyin sebebidir. Özellikle İnsan beyninin üzerindeki çalışmalarda keşfedilmesi gereken gerçek “secret”lar hala sayılamayacak kadar çok.

Beyin titreşimlerinin tespiti ilk defa Richard Caton tarafından 1875 yılında yapıldı. Bugüne kadar geçen yüz otuz yıla rağmen bu konuda hala sırlarını çözemediğimiz beyin, değişik dalga boylarında titreşiyor. Taşıdığımız bir sürü duygunun ve ruh halimizin beynimizde titreşimsel bir karşılığı olduğunu öğrenmek ise yıllarımızı aldı.

“Ona aşık oldum galiba, gördüğümde her yerim tir tir titriyor; o kadar sinirlendim ki onu parçalamak istedim; duyduklarım beni o kadar rahatlattı ki bir denizde yüzüyor gibiydim; öğrendiğim bu bilgi kafamda pek çok soru oluşturdu; karşıma çıkacak sonuçtan o kadar korkuyorum ki kalbim yerinden çıkacak…”
Yukarıdaki cümlelerin içinde saklı duyguların her birinde beynimiz, ayrı dalga boyunda frekanslarda titreşimler yayıyor. İsimlendirilen her dalga boyunun salınımı, duygu değişimleri sırasında frekansını değiştiriyor.
Beyin dört ana dalga boyunda titreşiyor

Alpha -Tetha- Beta- Delta adlı dört ana dalganın hangisinde hangi duyguda ve durumda olduğumuz artık rahatlıkla tespit edilebiliyor.

▫️ALPHA:
7.5 – 12 Hz arasında değişen alpha dalgaları; rahatlığın, farkındalığın, sakin ve huzurlu kavrayışın, uykunun ilk evrelerinin dalgaları olarak tanımlanıyor. Sakin ve huzurlu olunan ama asla uyuşukluk yaşanmayan, dünyayı ve gerçekleri algılamada en uygun titreşimlerin olduğu bu dalga boyu, dünyamızın da ölçülen frekansıyla aynı. Dünyanın manyetik frekansına “Shumann” frekansı deniyor ve 7,8 ile 8 arasında tanımlanıyor. (Fakat son yıllarda bilim adamları Shumann frekansının epeyce yükseldiğini ifade ediyor.)

Gözler kapanıp derin nefes alındığında ve dış dünyadan alınan mental etkiler azaldığında Alpha boyutuna geçiyoruz. Alpha dalgalarındayken yaptığımız işlerde başarımız artıyor. Derin uyku ya da endişe ve korku halinde bu dalga hiç görülmüyor. Meditasyon, Yoga, Reiki gibi çalışmalar esnasında beynimiz Alpha boyutundadır. Zihin açık ve uykunun derinliğine dalmadan önceki geçiş koridorunda hissettiğimiz o duyguların yaşattığı huzur, ilginç bir şekilde dünyanın titreşimiyle aynı dalga boyunda.

▫️TETHA:
Frekansları 4 ile 8 arasında değişiyor ve stresin hiç olmadığı, derin iç dünyamızda olduğumuz dalga boyu olarak tanımlanıyor. Öğrenmenin en yüksek boyutuna geçmeden önce bu dalgada yaşıyoruz ve derin uykudan uyanırken açılan algılarımızın yaşattığı bir durumu temsil ediyor. Alacakaranlık boyutu ismi de kullanılıyor bu dalga boyu için. Yani aydınlanmadan önceki karanlık…
Çok usta meditasyoncuların derin meditasyon halindeyken bu dalga boyunda olduğu tespit edilmiş. Derin düşünüş ve sezgisel kuvvetin en canlandığı bu frekansta sanatsal yeteneklerin zirveye çıktığı düşünülüyor. Özellikle ressam ve müzisyenlerin sanatsal üretimleri esnasında beyinlerinde Tetha boyutunun en yüksek, Alpha frekansının en düşük seviyede olduğu biliniyor. ( yani 7 ile 8 arası) Onların kendi içe dönüşlerinden bize hediyelerle geri dönmeleri ne güzel…
Yapılan bazı araştırmalara göre şifacıların Tetha bandında uzun süreli ve kontrollü olarak kalmayı başarmaları nedeniyle şifa yeteneklerinin geliştiği ortaya çıkmış.

▫️BETA:
13- 30 Hz arasında olduğu biliniyor ve uyanış frekansı olarak tanımlanıyor. Aktif öğrenme, uyanık olma, her şeyiyle hayatı yaşama, dinamizm, konsantrasyon, problem çözme hallerimizde içinde bulunduğumuz dalga boyu olduğu için yaşamı temsil ediyor. Çok yükseldiğinde stres, gerginlik, öfke gibi negatif uç duygulara varabiliyor.

▫️DELTA:
0 – 4 frekansında bulunan dalga boyudur ve derin uyku ve dış dünyadan kopuş boyutudur. Bilinçsiz bir huzur halini yansıtır. Beynin en az çalıştığı döneme aittir ve bu dönemde büyüme hormonu salgısı artar. Çocuklarda fiziksel büyümeyi, yetişkinlerde ise güzelleşmeyi ve dinç kalmayı sağlar.
Bu dört ana dalga boyunun dışında son yıllarda tespiti yapılan Gama frekansı, 40 Hz’in üzerinde tanımlanıyor. Üst benlik bağlantı çalışmaları sırasında üretildiği ve Hindu Monkların meditasyonları sırasında ölçümlendiği biliniyor. (Hinduizmde kendini mabede adamış kişilere Monk denir.)

▫️Beyin dalgaları kontrol edilip değiştirilebilir mi?
Beyin dalgaları, duygu ve ruh durumuna göre kendiliğinden değişirmiş gibi görünse de o titreşimleri bilinçli ve istediğimiz yönde kontrol edip değiştirebileceğimiz ve kendimizi istediğimiz duygu frekansına çekmeyi başarabileceğimiz gibi bir gerçek de mevcut. Bunu nasıl yapabileceğimiz aslında yine kendi titreşimlerimizin içinde saklı bir bilgi. Sadece o frekansı duyabilmeyi ve ayırt etmeyi başaracak bilime ve bilgeliğe ulaşmanın zamanını kendimizde yakalayabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Çoğu zaman farklı Hz’lerde pek çok titreşimin içinde kayboluyoruz. Özellikle de 30 Hz civarında dolaşıyor tüm dünya. Yani şiddet, savaş, bencillik ve paylaşımsızlık frekansında…

Günlük hayatımızda genellikle küçücük şeylere takılıp, öfkeleniyor, hırslanıyor, kıskanıyor, geriliyor, üzülüyoruz. Sevgi- sadakat- şefkat- minnet- huzur-neşe gibi duygulara az kulak veriyoruz nedense…
Düşüncelerimizin bütün bu çeşitliliğine göre beynimizden ve hücrelerimizden değişik frekanslarda yayılan titreşimlerle tüm vücudumuzun etrafında bir enerji alanı oluşuyor. Bu enerji alanı anlık değişimlerle, ruh ve vücut sağlımızı yansıtıyor gözle görünmese de. Son yıllarda alternatif tıp alanı altında kabul edilen enerji dengeleme yöntemlerini kullanarak tedavi sağlama tekniklerinin sayısı epeyce arttı ve gitgide bilimsel olarak desteklenmeye başlandı.

Tedaviye yardımcı olduğu iddia edilen meditasyon ve Reiki, NLP çalışmaları artık bilimsel tedavilerin yanında yardımcı olarak yer almaya başladı.
Amerika’da pek çok hastanede bu konuda ciddi ve resmi uygulamalar yapılıyor, kemoterapi birimlerinin yanı başında Reiki uzmanlarının da bölümleri açıldı, hemşireler ve doktorlar hızla Reiki öğreniyorlar.
Türkiye bu tür çalışmalarda biraz tutucu tavır sergilese de beyin dalgalarının kontrol edilmesi ve değiştirilmesi için Reiki ve meditasyondan daha bilimsel bir yöntem olan Neurofeedback yöntemini kullanarak stres, down sendromu, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, otizm, kişilik bozuklukları gibi hastalıkları tedavi etmeye çalışan merkezler ve hastaneler açılmaya başlandı.

Meditasyon, Yoga, Reiki, Neurofeedback adı ne olursa olsun bütün bu yöntem ve tekniklerin peşinde olduğu tek bir amaç var:

Beyin dalgalarını istenilen frekansa çekebilmek ve uygun dalga boyunun titreşimsel ışınımını yakalayarak DNA üzerinde pozitif değişiklik yaratabilmek…

▫️Işık ve titreşim DNA üzerinde değişiklik yaratabilir mi?
Her organımızı ve beynimizi de oluşturan en küçük özgün birim olan hücrenin 1980 li yıllarda bilim adamlarının yaptığı çalışmalarla foton yaydığı tespit edilmiş. Hücre fotonunun frekansı ölçülmeye başlandığında ise yan yana gelen iki ayrı hücrenin aynı frekansa girdiği ölçülmüş. Yani iki ayrı enerji birbirinden etkileşiyor ve ya iterek ya çekerek birbirlerini değiştiriyorlar.
Kuantum biyologu olan Dr. Vladimir Poponin tarafından yapılan basit mantıklı ama derin bir deneyde önce bir kabın içi boşaltılıyor. Kabın içinde bir vakum yaratılıp içine fotonlar bırakılıyor. Fotonların kabın içinde rast gele bir şekilde dağıldıkları görünüyor ve sonra kabın içine DNA’lar bırakılıyor. Kabın içindeki fotonların DNA’ların dönüşüne göre uyum göstererek düzenli ve sürekli döndükleri tespit ediliyor. Bir sonraki aşamada DNA’lar çıkarılıyor ve fotonlar tekrar izleniyor. Beklenen sonuç Fotonların yine rast gele dağınık olmaları iken DNA’ların ritim ve düzeniyle döndükleri görülüyor. Işık parçacıklarının neye bağlı olarak sistemli dönmeye devam ettiklerinin cevabı bulunamıyor.
Barışın ve Duanın Gücünün Bilimi” kitabının yazarı Gregg Braden buna benzer deneyleri de anlattığı kitabında bizim henüz tamamen algılamadığımız bir enerji alanının ve ağının tüm evrende mevcut olduğunu ve DNA’nın fotonlarla bu ağ ile iletişim kurduğunu kabul etmemiz gerektiğini söylüyor.

Başka bir deneyde epeyce sayıda deneğe plasenta DNA’ları taşıyan deney şişeleri veriliyor. DNA şişelerinin her biri için aslında her biri uzman olan deneklerden belli bir duygu üretmeleri ve hissetmeleri isteniyor. Her şişe için ayrı bir duygu ve bir denek kullanılıyor. Sonuçta DNA’ların iyi duygularda açılıp gevşediği ve kötü duygularda büzüşüp kapandığı görülüyor. HIV virüsü taşıyan deneklerin DNA’larında bu deney tekrarlandığında minnettarlık-sevgi-takdir-neşe taşıyan duygu titreşimlerinin DNA’yı önceden ölçülen dirence göre yüz binlerce kat daha dirençli hale geldiği tespit ediliyor.

▫️Braden’e göre pozitif duygular ve sevgi içinde olmayı başarabilen insan kendi DNA’sını değiştirebiliyor ve bunu yapabilmesinin sebebi olarak da tüm her şeyi kapsayan bir enerji ağının mevcut olduğunu söylüyor.
Bizler kendi titreşimlerimizi etkileyebildiğimiz gibi bu yaratılış ağını da etkileyebiliyoruz. Karşılıklı bu titreşimlerin itme ya da çekme derecelerini henüz sayısal olarak isimlendirip ölçemiyorsak da, gelecek zamanlarda bilimin titreşim ve kuantum alanındaki çalışmaları arttıkça sorular cevaplarını bulacak.
Dün, bugün ve yarından fazla boyutu olan zaman, soruların cevaplarını “ŞİMDİ” de saklasa da biz henüz uzanıp alacak frekansla titreşemiyoruz. Evrensel titreşimden payımıza düşen frekanslarda hissettiklerimizle yaşadığımız kendi dünyamız, reel ya da sanal olduğunu aslında bilmediğimiz gizemli bir rüya sanki…

(Kasım 2007)
indigodergisi.com’dan alıntı